12 Aralık 2022 Pazartesi

Sen Benim Gizim




 'Ruhum ruhuna kenetlendi'

Yürek hasretinle kurudu

Gelsen görsen içimi

Sen benim gizim

Sen benim gizli yaram


Yalnızlığın ıssızlığı üşütüyor 

Sensizlik kül bıraktı beni

Soğuk, sessiz, kimsesiz sokaklarım

Sen benim gizim 

Sen benim gizli yaram


Özlemim gözlerin

Sesin nefesim

Sen gittin her şeyimle ölü kaldım

Sen benim gizim 

Sen benim gizli yaram

7 Aralık 2022 Çarşamba

"Bir Daha Yumurtlamayı Reddediyorum!"

 


Bugün size çok güzel ve anlamlı bir kitap tavsiyesinde bulunacağım.

Günay Kore yazarı olan Sun-Mi Hwang yazmış olduğu 'Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk' fabl türü bir eserdir. Fabl türü olarak 'Hayvan Çiftliği'ni bilmeyeniz yoktur, işte bu eser onu anımsatacak size. Bu yüzden' Hayvan Çiftliği'ni sevdiğiniz gibi bu eseri de seveceksiniz diye düşünüyorum.

Bir tavuğun gelenekten kopma isteği, kurallara baş kaldırmasını konu alan bu tür bize ırkçılığı da anlatır. Tabi bunun yanı sıra aile, sevgi, saygı, güven temaları da yok değil.

Kitaba başlar başlamaz sizi "Bir Daha Yumurtlamayı Reddediyorum!" başlığı kaşılayacak. Kitap, kapak tasarımıyla ve adıyla size çocuksu gelmişken başlık ise size daha çocuksu ve masalsı gelecektir. Ancak acele etmeyin sadece okuyun.
Ben bunu çocuk kitabı niyetine olsun diye almıştım hatta tatlı bir kitap diye düşünüp okumaya koyuldum, gel gör ki neler var neler. Fabl denilince akla konuşan hayvanlar, güldürü ve verilen mesaj gelir. Bu kitabımızda güldürü yok! Sizi sürekli düşünmeye iten daha sonra anlatmak istediğini bir bir gösteren müthiş bir kitap!

Tatlı niyetini okuduğum kitap bir hayli ağır tatlı çıktı. 

Yumurta tavuğu olan Filiz sürekli kapalı bir kümeste olmaktan bıkmıştır. Kendisi artık özgür bir şekilde yumurtlayıp, özgür yaşayıp ve yumurtasından civciv çıkma hayalini kurar. Bakıyor ki yumurtladığı her yumurtayı çiftlik sahibi alıp götürüyor, yumurtalarının başına neler geldiğini dahi bilmez. Bir kararla artık yumurtalayı reddeder. Peki başardı mı?

Olay yumurtlamak ya da yumurtlamamakla asla bitmiyor. Size anlattığım bu kısım sadece ilk on sayfayı kapsar. Asıl olay sonradan gelişiyor.

Hayvanlar arasında ki tür ayrımı bize ırkçılığı gösterir. Horoz, tavuk ve ördek (çiftlik ördeği ve yaban ördekleri diye ikiye ayrılıyor) aralarında ki çatışma bize insanların arasındaki çatışmayı gösterecektir. Filiz'in başkaldırısı ve mücadelesi ise bize çok şey anlatacaktır.

Peki tavuğumuzun adı neden filiz?
Kitap o kadar güzel ve anlamlı bir kurguya sahip ki, kendi adını kendi koyan bir tavuk var.
Müthiş bir detay! Bir hayvan kendi adını koymuş. İsmini bitkilerin, ağaçların filizlemesinden alır. Bir gün o da filizlenmek ister. Filiz adı gibi filizlenir mi dersiniz?

Size garanti veriyorum beğeneceksiniz. Ancak bir noktaya kesinlikle değinmeliyim. Başlık ve içerik çok alakalı değil, bunu bilin. Daha anlaşılır açıklayacak okursak; sürekli uçmayı hayal eden bir tavuk yok burda, konu uçmaktan ziyade başkaldırı, özgürlük ve hayallerini gerçekleştirmektir. Uçma hayali ise kitabın son kısmında birazcık değinir o kadar. Belki uçmakla yazar bize özgürlüğü kastetmiştir. 

KİTABIN VERMEK İSTEDİĞİ ASIL MESAJ:

"AYNI TÜRDEN OLMANIZ BÜYÜK VE MUTLU BİR AİLE OLDUĞUNUZ ANLAMINA GELMEZ. ÖNEMLİ OLAN BİRBİRİNİ ANLAMAKTIR." (s. 77)

Anlamak, anlaşılmak üzerine yazılmış müthiş bir eser. Farklılıklarımıza rağmen birbirimizi anlamışsak gerisi mühim değil.

Ben çok ama çok severek okudum. Umarım siz de beğenirsiniz. Keyifli okumalar. 


27 Kasım 2022 Pazar

Erich Fromm - Sevme Sanatı



'sevgi' konusu hep tartışılan, derin, anlaşılmaz ve kişiden kişiye değişiyor derim... Peki 'sevgi' tam olarak nedir/neydi?

Kitap adında 'sevme' var yani 'sevmek eylemi' görüldüğü gibi. Sevme, sevilme elbette 'sevgi' den geliyor. Yazarımız üç önemli unsur üzerinde duracaktır; sevme, sevilme, sevgi.. Peki 'sevgi' seven için mi geçerli yoksa sevilen için mi? Seven kişi olabilir öyle değil mi? O zaman demek ki kitap 'sevme' kavramına bağlı olarak 'sevgi' ye odaklanacaktır.

Bu kitap incelemesinde bir sanatı konuşacağız. Bu hiç şüphesiz kitabımızın adından da geçtiği gibi "Sevme Sanatı"dır. 

Erich Fromm giriş yazısında şöyle bir açıklama yapar: "Bu kitabı okuyarak sevme sanatına ilişkin hazır
bilgiler edinmek isteyenler düş kırıklığına uğrayacaklardır. Tam tersine bu kitap, belli bir olgunluk düzeyine erişmeden kişinin sevgiye ulaşamayacağını göstermeyi amaçlamaktadır. Burada yapılmak istenen
okuyucuya, sevgiye erişmek için harcadığı tüm çabaların, kendi kişiliğini bütünüyle yaratıcı yönde geliştirmedikçe, başarısız kalacağını göstermek, komşusunu sevme yeteneği, alçak gönüllülük, cesaret, inanç ve
disiplin kazanmadan sevgiden yana kişisel doygunluğa erişemeyeceğini kanıtlamaktır."
Ve BAM! İşte Fromm müthiş bir seslenişte bulundu okuyucuya. Bu kitap asla bir kişisel gelişim değildi. 
Devamında dikkatinizi çekmek istiyorum 'Tam tersine bu kitap, belli bir olgunluk düzeyine erişmeden kişinin sevgiye ulaşamayacağını göstermeyi amaçlamaktadır." yani sevgi olgunluk mu? Ya da olgunluğu mu gerektiriyordu? Sonra ki devamı ise" kendi kişiliğini bütünüyle yaratıcı yönde geliştirmedikçe" diyor, bu kısma baktığımız zaman ise bu olgunluğu kişiliğin bütünüyle yaratıcı olmalı, gelişmeli diyor. Ayrıca disipline de önem verdiği aşikardır, sevgi iyi yollarda olacağını son cümlesinde de belirtir. Bu bölümü vermemin nedeni ise kitap hakkında bilgi, özet niteliği taşıdığını düşünüyorum.

Sevmek bir sanat mıdır?
Dedikten sonra yolu ikiye ayırıyor Fromm;
"Öyleyse eğer, bilgi ve çabaya gereksinimi vardır. Yoksa sevgi, kaderin bir lütfuyla şanslı olanlarımızın «kapıldığı» tatlı bir duygu mudur? Şüphesiz büyük çoğunluk ikinci önermeye inanmaktadır. Oysa bu kitap, birinci önerme temeline oturtulmuştur." yani bilgi ve çaba gerekiyor. Sevmek için bir bilgiye ve çabaya ihtiyacımız var? İhtiyaç mı dedim? İşte şimdi olay değişiyor. Buyrun devam edelim. 

Fromm kitabında insanların 'sevme' den ziyade 'sevilmeyi' arzuladığını belirtir. İnsanlar nasıl sevilirim, çabası içerisindedir. Erkekler için sevilmenin yolu güç ve paradır, kadınların ise endam ve güzellik. Sizce de çok haklı değil mi?
Ayrıca romantizmi ele alan yazar aşkın artık bir çeşit pazarlama olduğu belirtir yani kişilerin karşılıklı çıkarı söz konusudur. Boşuna demiyoruz aşk kalmadı diye, gerçekten de aşk neredeyse kalmadı. 'Nerede o eski aşklar', Neden böyle deriz biliyor musunuz? Çünkü o aşklarda çıkar yoktu sadece sevgi vardı.

Artık her şey o kadar değişti ki, sanal dünyayla beraber hiç tanımadığımız insanlara karşı yakınlık hissediyoruz ve sevgi duyuyoruz, çok garip değil mi? En önemlisi bu ne tür bir sevgi ya da sevgi mi? 

'Sevgi olmadan insan yaşayamaz.' Kesinlikle öyle çünkü sevgi bir ihtiyaçtır, bizler sevmek ve sevebilme gereksinimi duyarız. Fromm, sevginin bir ihtiyaç olduğunu belirtir. 

İncelemenin başında sorduğum sorunun henüz yanıtını alamadık, 'sevgi nedir/neydi?' o zaman devam. 

Biz insanlar kabuğumuzu kırmadan asla yaşayamayız, biz insanlar birbirimize ihtiyacımız var. Biz sürüyüz, yalnız yaşayamayız. Kadın-erkek önce kendini keşfetti sonra birbirini keşfettiler. Öncesinde insan birbirine yabancıydı bu yüzden sevgi oluşmadı, ancak yakınlaşmayla oluşabilirdi. Kişinin birbiriyle kaynaşma arzusu insanın içindeki en güçlü itkidir. Bu, insan soyunu, kabileyi, aileyi, toplumu bir arada tutan güç en temel duygudur.

Sevgi vermektir. Mesela en önemlisi ilgi vermektir, eğer insan sevdiği bir şeye yeterince ilgi göstermiyorsa bu onun sevgisinin yetersizliğidir. Kişi sevdiği şeyler için emek verir, sevdiği şey için çabalar.

Kitapta yer yer sadistlik hakkında da ilişkiler olacak, bu sizin ilginizi çekecektir. Peki neden sadistlikten söz ediliyor? Sadistler acı çektimek isteyen kişilerdir çünkü acı çektirmek zihnen onları doyurur. Sadistler acı çektirmeyi seviyor da diyebiliriz öyle değil mi? Farkettiğiniz üzere 'sevgi' dedim. Ayrıntılı bilgi için 'sevme sanatı' adlı kitaba ya da çeşitlik makalelere başvurabilirsiniz.

Sevgi denince kadın ve erkek arasındaki ilişki muhakkak akla gelir, kitapta bu konu hakkında da bilgi verir Fromm. Bu konuda elbette Freud görüşleri de konuşulacak ve eleştirilecektir.
Birde çocuk, anne, baba arasındaki sevgi konu ediliyor. Anne ile çocuk arasında sevgi, baba ile çocuk arasında sevgi; hoş, anlaşılır bir şekilde dile getiriyor yazar. 

Hadi ilginç bir bilgi de verelim: Sekiz buçuk - on yaşlarına kadar çocukların çoğunda, sorun hemen hemen bütünüyle sevilmektir, 
O olduğu için sevilmek. Bu yaşa dek çocuklar henüz daha sevemezler, sevilmeyi minnetle, sevinçle karşılarlar. Çocukların gelişmelerinin tam bu noktasında 
yeni bir unsur girer sahneye; kişinin kendi çabasıyla sevgi üretme duygusu. Yani bu sevme kavramı sonradan gelişiyor bizde. 

Kadın-erkek ilişkisinde Fromm'un deyimiyle 'cinsel sevgi' üzerinde biraz duracağız. 
Fromm anne sevgisi ve kardeş sevgisini aynı katagoriye alıyor çünkü bir anne bütün çocuklarını sever, bir kardeş bütün kardeşlerini sever. Ancak cinsel sevgide ise bir kişi tek biri kişiyi seviyor ve Fromm bunu 'bencillik' olarak belirtiyor. Bunu şöyle açıklıyor:
"Birbirine "âşık", kendileri dışında başkasına hiç bir sevgi duymayan iki insana sıkça rastlanır. Bunların sevgisi gerçekte iki kişilik
(â deuz) bencilliktir. Onlar kendilerini karşılıklı aynılaştıran iki insandır. Ayrı - olma sorununu tek kişi olmayı, iki kişi yaşıyarak çözümlerler, Yalnızlığın üstesinden gelmeyi başarabilirler. Ne var ki diğer insanlardan ayrı oldukları için birbirlerinden de ayrıdırlar ve kendilerine yabancılaşırlar, bir olma deneyi boş bir hayaldir, Cinsel sevgi iki kişilik yalnızlıktır. Oysa sevdiği kişide insan, tüm insanlığı, yaşayan ne varsa hepsini sever." sonunda ise verdiği mesaj ne hoş öyle değil mi? Kişi sevdimi yaşayan ne varsa hepsini sever. 
Sevgi sadece bir cinsel ilişki olarak algılanmamalı Kadın-erkek ilişkisinde.
 
Kardeş ve anne sevgisi süreklidir yani doğuştan beri ve hayatımızın büyük bir kısmında var olan insanlara duyulan sevgidir. Cinsel sevgi ise tanımadığımız bir insana hissettiğimiz bir sevgi, bu sevgi genelde sürekliliği olmaz çünkü cinsel isteğe bağlı olarak olur, bunun yaşanmaması için kişi sadece sevdiği yabancıya bağlı ise tüm her şeye sevgi duymalı ve sevdiği kişiyi niçin sevdiği de önemlidir. Burada kısmen Fromm bu konuyu derin ve anlaşılır ele alıyor. 

Gelelim, bana göre en önemli konuya:
KENDİNİ SEVME
Maalesef kendini sevme konusuna bakınca mevzu gerçekten derin ve can sıkıyor. Şöyle ki; Calvin, kendini sevmeye 'veba' diye niteliyor; Freud'a göre ise narsizmle eşit. 
"Narsizm, insan gelişmesinin ilk evresidir, yaşamının daha sonraki evrelerinde narsizme dönen kişi sevme yetisini yitirir, en uç noktası çıldırmaktır." Kendimizi de mi sevemiyeceğiz! Onu geçtimde kendini sevmek bencilliktir denilmiş hep, günümüzde bencillik, kendini beğenmiş, egoist vb. görülür, neden öyle olsun ki, kişi kendini sevemez mi? Birde kendini seven bir insan başkasını sevemez, o zaman Fromm'dan gelsi cevap:"Eğer bir insan, olarak komşumu sevmem bir erdemse, bir insan olduğuma göre kendimi sevmem de 
bir erdemdir." komşu sadece bir örnektir. Bu arada bencil kişi sadece kendisiyle ilgilidir. Herkesin kendine göre olmasını ister. Kısacası insanın kendini sevmesi bir erdemdir. Daha sonra yazar kendini sevme ve başkasını sevme arasındaki ilişkiyi açıklıyor, kitabı okuduğunuzda göreceksiniz. 

Tanrı sevgisine de değinelim, zaten daha sonra iki konu geliyor, o iki konudan sonra kitap bitiyor. Tanrı ile kul (insan) arasında bir bağ vardır, bu sevgi olabilir nefret de ya da başka bir şey de olabilir. Her ne olursa olsun bir bağ var, ister kabul edelim ister etmeyelim bu bağın varlığı değişmez. Kitapta Fromm Tanrı sevgisini dinlerle bağdaştırarak anlatıyor ancak ağırlıklı olarak Hristiyanlık üzerine durmasını doğru bulmadım, diğer dinlere de kısmi olarak yer veriyor ama özellikle İslama neredeyse hiç değinmiyor. Bunun nedeni İslam ile Hristiyanlık arasındaki benzerlik mi bilemiyorum. Kısacası Tanrı ile insan arasındaki ilişkiye ve sevgiye açıklık getiriyor.

- Sevginin Uygulanması -
Sevgiyi, sevmeyi duygu olarak ele aldık şimdi de bu duygunun artık fiile geçmesine geçeceğiz, şimdi bakalım Fromm bize neler anlatacak bu konuda. 
Bizim için olduğu gibi Fromm içinde zor bir konu olmuş: "Sevme sanatının kuramsal yanından sonra, şimdi daha güç bir sorunla karşı karşıyayız, sevme sanatının uygulanması" diyor kendileri ve çokta haklı. Sevgi herkesi sevmekle gerçekleşebilir. Bir insanı insan olduğu için sevmeliyiz, tek bir kişi severek diğer insanları yok sayamayız. Bir toplumda sevgi olmazsa o toplum yok olur diyor Fromm. 
Sevme sanatında ustalaşmak isteyen biri, disiplini, yoğunlaşmayı ve sabrı tüm yaşamına uygulamaya da başlamalıdır. Konuyla ilgili daha detaylı açıklamayı kitapta bulabilmek mümkün.

Konuyu toparlayıp incelemeyi bitirelim. Sevme sanatı sevgiye bağlı olarak açıklanır ve üzerinde düşünülüyor. Sevgi bağlarını ele alan kitap insan ilişkilerinde sevginin yerini, rolünü anlatıyor. Yani aslında sevgi insanlar arasında önemli bir bağdır diyebiliriz. 
Kısacası 'sevgi' kavramı hakkında bir düşünceniz olacağı ve üzerinde düşünebileceğiniz bir kitap. 

2 Kasım 2022 Çarşamba

Ya cennetse hâlâ, cehennem sandığım yer


 

 Ayaklarım beni buraya sürüklemişti. Engel mi olamadım yoksa engel olmak mı istemedim? Bilmiyorum, ancak şimdi burada oturuyorum. Burası hem cennet hem cehennem... Ağaçların meyvasıyla cennet, kırık dallarıyla cehennem; güllerle cennet, güllerin dikeniyle cehennem; görkemli gölüyle cennet, gittikçe kurumasıyla cehennem... Burası hem cennet hem cehennem.

Bir zamanlar buradayken kışın dondurucu soğunu hissetmezdim, üşümek ne hoştu o zamanlar. Şimdi baharın serinliği üşütüyor beni, donacak gibi oluyorum. 

Bu sessizlik huzurken bir zamanlar, şimdi cehennem azabı. Kuşlar da lâl olmuş; sessizce köşelerine çekilmiş, kaçmışlardır bu cehennemden. Peki ne işim var şimdi bu cehennem de? Ya cennetse hâlâ, cehennem sandığım yer.

Bekliyorum. Beklemenin acısını bekleyen bilir. Bekledikçe sarıldığın umudun eridiğini hissetmek, nasıl anlatabilirim ki?

İlkbaharın ilk günüydü, buradan geçerken uğramıştım. O zamanlar cennet bahçesiydi; kırık dal yoktu, güllerin dikeni hoş görünür, göl en güzel halini almıştı. O zamanlar kuşlar buraları ezgili cıvıltılarıyla donatırdı. Sessizlik huzurun kalbiydi. O gün gözlerim bir yöne çevrildi ve bir daha o yönden ayrılmadı. Sana. Dokunduğun her yer cennet bahçesine dönüyordu, burayı da cennete çevirmiştin.

Gittin, bir daha gelmedin. Ve bir gün hiç beklenmedik bir zaman da geldin. Zaten bazı şeyler hiç beklenmedik zaman da karşımıza çıkar, öyle değil mi? 

Şimdi söyler misin

Burası cennet mi yoksa cehennem mi? 





25 Ekim 2022 Salı

Son Bir Sözüm Var Sana


 Ah, bu yürekler acısı

Yakıyor bir ateş gibi


Uzaklarda, çok uzaklarda

Bir sevdiğim vardı

Artık yok


Bir bulabilsem ah

Nerede bu yangın yeri

İyileşmek ne zor

Zaman duraksamıyor


Son bir sözüm var sana

Unutamadım seni

Unutmuş gibi yapmak

Yordu beni

15 Ekim 2022 Cumartesi

Soğuk bir kış sabahı

  


Alarmın zırlamasıyla uyandım. Gözlerimi açar açmaz soğuğun tesirini şimdiden vücudumda yayıldığını hissediyorum. Her gün sabahın köründe uyanmak zorken, kışın uyanmak daha katlanılmaz oluyor. Yataktan çıkmak cennetten kovulmakla eşdeğer. Sıcacık, rahat yatağı bırakasım yoksa da kalkmalıyım, işe geç kalırsam maaşımdan kesilir. Yavaştan doğrulunca şeytan tekrar yatmam için fısıldıyor; "Bugünde gitme işe be Ahmet!" sesleri kulağımda çınlıyor. Kendi kendime: "Kalk ulan kalk! İşe geç kalacaksın." diye söylenip fırladım yatağımdan. Hızlı kalkınca daha az üşüyor insan galiba, yok yok üşümesi geç oluyor, beyin hâlâ yatakta sanıyor kendisini. Aynadan suratıma bakınca bir hafta tıraş olmamış sakal ve uykuya aç gözler görüyorum, garibim biraz uyusa ne olacaktı sanki! Musluğu açınca soğuk su elimde kayıp geçti, avuçlarımı doldurup yüzüme yıkadım. Vücudumda ki soğukluğun iki misline çıktığına yemin edebilirim. En azından kendime geldim, gözlerim açıldı biraz.

Kahvaltıda biraz zeytin biraz da küflü lor peyniri var. Anam sağ olsun lor peyniri göndermişti, az az idare ederim derken küflenmiş o da. Kısacık hayatta o bile küfleniyorsa ben nasıl küflenmiyeyim?

Ekmek yine zamlanmış çeyrek ekmekle kahvaltı edeceğim yoksa geceye kalmaz. Cebimdeki bir kaç kuruş da ekmeğe gidiyor, idare etmezsem yine kirayı geciktiririm. Kira gecikirse evden de olurum.

Şuan evli olsaydım karımı, çocuğumu nasıl geçindirecektim? İyi ki evlenmedim. Kendini doyuramayan adam karısını, çocuğunu nasıl doyursun? 

Hava henüz aydınlamamış, sis yoğun, herkes iş için sabahın köründe uyanmış; sadece işe gidenler değil, mektebe giden çocuklar da kalkmış. 

Bu kış soğuğunda söylene söylene uyanıyorum da bu küçük yavrucaklar nasıl uyanıyor acep? Otuz yaşına geldin neredeyse Ahmet utanmıyor musun!

Utandım doğrusu kendimden.

Yol mu uzuyor nedir git git bitmiyor. İş yeri ne ara bu kadar uzak oldu? Her akşam dönerken bu kadar uzak gelmiyordu, her sabah uzaması ne iş? Ben abartıp duruyorum galiba... 

Sabahları gördüğüm dilenci yine yerinde. Acaba evi barkı var mıdır? Kışın bu soğuğunda sabahtan akşama buralarda süründüğüne göre yok herhalde. 

Yine zengin tiplerin peşinden dolanıyor, yalvarıyor. Verse verse zengin verir, fakir neyi var ki versin?

Sarışın, uzun boylu, meleği andıran bir kadın çantasına uzanıp kağıt para çıkarıp verdi. Herhalde melek olsa, yoksa kim bir yüzlük çıkarır fakire verir ki. Zengin bile kolay kolay vermez o parayı, pintiler neyine verecek o kadar parayı... Gülümsemesiyle gitti sarışın melek... 

İçeriye girerken bir sıcak vurdu yüzüme ki, cehennem olsa da atlarım. Isıyı vücudumda hissediyorum, bedenimde ki buzlar çözülüyor sanki... 

Karşıdan bizim Furkan koşarak geldi yanıma:

- Abi olanlardan haberin var mı?! 

Yüzünde hiç görmediğim bir ifade var; korku, tedirgin, nefes nefes kalmış ve omuzumda ki eli titriyor. Her sabah sırıtan, dalgacı olan bu çocuğun hali kötü bir şeye işaret olduğu belli. Her zaman ki ses tonumla konuştum yine onunla:

- Hayırdır ulan ?

- Hayır mı kaldı abi fabrika iflas etmiş, bizim patron da dün gece kafasına kurşun sıkmış!

Bir nefeste anlatıp gözlerimin içine baktı Furkan. Şöyle bir baktım ona halinden değişim yok... Kendi kendime:

- Ulan bilseydim sabahın köründe sıcak yatağımdan çıkmazdım. Dedim. 



11 Ekim 2022 Salı

ESKİ


 Gün ortasıydı. İşlerimi nihayetinde usulcacık bitirmiştim. Kahve içmek için mutfağa gittim. Kahvemi yaptıktan sonra elimde bardağım pencereden dışarıya bakıp yudumladım. İçimi ısıtmakla kalmayıp yorgunluğumu da aldı. Dışarıya bakarken aklıma bir anım geldi. Lisede bir öğretmenimiz bana 'Dışarıya baktığında gördüğün ilk şey nedir?' diye sormuştu. Baktığımda yavru bir köpek görmüştüm ve hemen 'Köpek görüyorum!' demiştim. O zaman öğretmen yanlış cevap verdiğimi ve gördüğüm ilk şeyin cam olduğunu söylemişti. Oysa ben camı hiç fark etmemiştim, hatta aklımın ucundan bile geçmemişti. Şuanda baktığım zaman yine fark etmemiş ama bu sefer eski bir evi fark etmiştim. Birçok kez dışarıya bakmıştım bu pencereden, görünen bu eski evin yanından geçmiştim ama nedense şimdi dikkatimi çekmişti. Eski, yıpranmış ahşap ev iki koca binanın arasın küçük ve cılız kalmıştı. Muhtemelen çok eski bir yapı olduğu için henüz yıkmamışlardır. İki katlı, uzun bu yapı modern binalar arasında daha yaşlı görünüyor. 

Bir yıl oldu bu eve taşınalı. Bir yıl boyunca hiç fark etmemiş olmam beni şaşırttı. Acaba etrafımda daha neleri kaçırıyorumdur.

Düşüncelerle yüzerken kapı çaldı. Bardağı bırakıp kapıyı açtım.

Kapıyı açınca Neşe'yi gördüm. Karşımda onu görünce kalbim göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atmaya başladı. Neşe, aşık olduğum kadın. Buraya taşındığımda tanıdım onu ama henüz başbaşa konuşma fırsatım olmadı. Her seferinde heyecanıma yenik düşüyorum. Asansörde karşılaşınca dahi sessiz kalıyorum. Bazen o konuşsa da sessizce dinlemekle yetiniyorum. 

Elinde tabak var, yine bir şeyler getirmiş olmalı. Zaten bir şeyler getirdiği zaman birbirimizi görebiliyoruz. Sürekli çalıştığım için insan yüzü gördüğüm bile olmuyor. Üst kat komşum oluyorlar. O ve annesi çok nazik insanlar, bana sıklıkla yemek gönderirler. Çok yoğun çalıştığımı ve yalnız yaşadığımı biliyorlar. Annesi Nergis teyzeyle birkaç kez uzun uzun konuşmuştuk. Tanrı'nın lütfu mu bilemem ancak beni evladı gibi sever ve bu da Neşe'ye daha yakın olmam için bir fırsat.

Teşekkür edip uzattığı tabağı aldım, yine dilim tutuldu konuşamadım. Ona artık açılmalıyım. Bunun için doğru zamanı mı beklemeli yoksa ilk fırsatta söylemeli mi? Bilemiyorum. Bu konularda hiç iyi değilim. Üniversitede bir kıza açılmayı denemiştim ama o kadar heyecanlanmıştım ki 'Benimle olur musunuz?' demiştim, tabi kızdan sert bir tokat yemiştim. Daha sonra iş yerinde yine bir kıza açıldım ama sevgilisi olduğunu söylemişti. Sonra başka bir kıza da açılmayı denedim ama ben daha konuşmadan ne diyeceğimi bildi, beni reddetti. Kısacası hep reddedildim. Bazı insanlar sevilmeyi hakkettiği halde sevilmiyor.

Neşe benim için başka; onu sevdim, seviyorum. Peki, reddedilirsem? Bunu düşünmek bile canımı acıtmaya yetiyor.

***

Sabah evdan çıkarken yukardan Nergis teyzenin sesini duydum, camdan başını uzatmış: "Hayırlı işler Yusuf oğlum!" dedi. Her sabah uğurlar beni. Ailem yanımda değil ama aile sevgisini iyi yürekli bir kadından almak da benim için Tanrı'nın lütfu... 


Bu sefer kararlıyım, Neşe'ye onu sevdiğimi söyleyeceğim. Reddedilsem umurumda değil, bunu yapacağım. İşten bugün erken çıkacağım için buluşurum onunla ve söylerim. Çıkış saatini iple çektim. Zaman ya beni sınamak için yavaşladı ya da ben zamanın hızlanmasını bekliyorum. Öyle ya da böyle nihayet vakit geldi. Önce beyaz gül aldım sonra Neşe'yi aradım. İlk aramamda cevap vermedi ikinci kez aradığımda cevap geldi.

- Kusura bakma, telefonun sesini duyamadım da. Sesi çok nahif ve biraz da mahçup geliyordu.

- Hiç sorun değil. Müsaitsen buluşabilir miyiz diyecektim.

- Özür dilerim ama ben bugün gidiyorum...

Gitmek mi? Nereye? Boğazım kurudu, tek kelime konuşamaz oldum. Hiç beklemediğim bir şeydi bu. Planladığım gibi olmadı, nerden çıktı şimdi bu gitme işi. Bir dakika ikimizde sessiz kaldık. Sonra kendimi toparlayıp konuştum:

- Nereye gidiyorsun?

- Tekirdağ'a gideceğim. Sana bir ara söylemiştim ya... 

- Anlıyorum... Ağzımdan başka bir söz çıkmadı. Daha önce söylemiş miydi? Ama ne zaman? Hiç hatırlamıyorum. Ah, Neşe seni görünce heyecanımdan ve kalbimin sağır edici sesinden nasıl duyabilirim ki... Cesaretimi bu kadar kazanmışken vazgeçemem. Henüz yola çıkmamıştı, bu benim için tek şans. Havaalanına doğru yola çıktım. Neşe bu halime şaşırmıştı. Tam bir deli gibi görünmüş olmalıyım, aşk zaten delilik değil mi?

- Bu kadar zahmet edip gelmene gerek yoktu. Konuşurken gözleri elimdeki beyaz güllere takıldı.

Gülleri elim titreye titreye ama bunu belli etmemeye çalışarak ona uzattım: "N-Neşe, ben şey... Seni seviyorum." başardım. Sonunda bunu söyleyebilmiştim. Başını önüne eğip: "Özür dilerim Yusuf ama hayatımda biri var zaten." dedi. O an yer sarsıldı, kulağımda uğultular başladı. Bir kez daha reddedilmiştim. Bu sefer umutluydum, olur diye düşündüm. Olacağı kessindi. Neden, niçin böyle oldu?..

***

Devamı gelsin istiyorsanız lütfen yoruma yazın ;) 

Sen Benim Gizim

 'Ruhum ruhuna kenetlendi' Yürek hasretinle kurudu Gelsen görsen içimi Sen benim gizim Sen benim gizli yaram Yalnızlığın ıssızlığı ü...