28 Eylül 2022 Çarşamba

Ruhum hep esir bedenime

 



Ben kimim

Kim oluyorum

Varlığım nedir, neyden

Ruhum bir bedenin içerisine hapsedilip atılmış dünyaya... 

Bu bir ceza mı

Ah, ruhuma ağırlık yapan bu bedeni atabilsem

Yaşamak, ağır bir sancı...aniden bastırıyor, hiç duraksamıyor. 

Kaçıyorum, koşuyorum, haykırıyorum ıssız dünyamdan; kurtuluş yok, bu hapis sonsuz

Ruhum hep esir bedenime

Kimliğim nerede

21 Eylül 2022 Çarşamba

Uyluk


 

 Eve doğru ağır ağır adımlarla yürüyordu. Kavurucu güneş ensesini adeta yakmıştı. Alnında oluşan boncuk boncuk teri çebinden çıkardığı mendille sildi. Mendili tekrar cebine yerleştirdi. Yürüdükçe daha çok bitkin düşüyor ve adımları gittikçe ağırlaşıyor. Ayaklarında derman kalmamış olacak ki gördüğü bir taşın üstüne attı kendini, oturdu ve içini çekti. Düşünceli bir hali vardı. İç çekmeleri kederliydi. Bugün de hava her zamankinden daha sıcaktı, cehennem ateşi gibiydi.

"Hikmet amca!" nefes nefes kalmış on yaşındaki çocuk ona doğru koşarak geldi. Çocuklar sıcak havaya rağmen nerden buluyor bu enerjiyi anlamak zor,diye düşündü. Haklıydı. Her çocuk hasta olsa, sıcak olsa, soğuk da olsa fark etmeksizin hareket halindedir; koşturup dururlar sağa sola. "Babam akşam bize gelsin." dedi. Adam ona olumlu yanıt verince tekrar koşarak gitti.

Soluklandıktan sonra ayağa kalktı, yürümeye devam etti. Eve vardığında karısı bahçede ağacın gölgesinde, karışmış, düğümlenmiş iplikleri çözmekle uğraşıyordu. Kocasının geldiğini gören kadın ayağa kalktı. "Hoş geldin bey! Yorgun görünüyorsun, iyi misin?" dedi. Adam kendini gölgeye atıp karısından bir bardak su istedi. Dili damağına yapışmış, soğuk suyu bir içişte bitirdi.

"Gene şu bacağımın ağrısı tuttu." diyerek sol uyluk kemiğini işaret etti. "Kaç yıl oldu sana doktora görün diyorum ama dinlemezsin, illa ki kendine azap edeceksin." diye söylenmeye başladı. Tam on yıl oldu yirmi yıllık eşinin ağrısını duyuyor. Eskiden az olan bu ağrı son zamanlar da şiddetini arttırdı. Adam karısını haklı görüyor; on yıl oldu bir doktora dahi hiç görünmedi. Başını önüne eğdi sonra kaldırdı göğe baktı sonra tekrar başını eğdi, düşünceli bir hali vardı. Nihayet tekrar söze başladı, "Yarın birlikte hastaneye gidelim. Senin şu baş ağrın vardı, kontrole gideriz..." karısı atıldı sözüne "Migren için doktor deyivermişti kontrole gel diye. Sen de görünürsün ya bey!" dedi. Adam başını evet anlamında salladı. Gidip gitmemekte hâlâ emin olmasada son zamanlarda artan ağrısına katlanamıyor, gitmenin son çare olduğunu biliyordu.


Ertesi gün, güneşin doğuşuyla köyden yola koyulmaya hazırlandılar. Ağrısı şimdilik yoktu, bu yüzden gitme isteği de yoktu. Ama karısına gideceğini söylemişti. Emindi önemli bir şey olmadığını çünkü on yıldır onda çok nadir bu ağrı vardı, sadece şu günlerde şiddetlenmişti o kadar. En azından doktora görünse karısının dırdırından kurtulurdu. Belki de doktor bir ilaç yazar, bu sızıyı artık dindirirdi.

Bahçede karısını beklerken bir adam göründü, "Hayırlı sabahlar Hikmet abi! Hayrola nereye böyle?" dedi. Gelenin Mustafa olduğunu gördü. Dağ gibi adamdı Mustafa. Güreşte yenmediği adam yoktu. Namı köylerde pek meşhurdur, duymayan yoktur. İyi ve merhametlidir de bir o kadar. Başını kaldırdı şöyle bir baktı,"Bizim hanımın kontrolü vardı da şehre ineceğiz Mustafa." dedi. Mustafa biraz daha yaklaşıp "Allah şifa versin abi. Dün akşam gelmediğiniz eve, çocuğu dün gönderdim söylemedi mi?" dedi sitemli bir edayla. Hikmet bunu yeni hatırladı, aklından tamamen çıkmıştı. 

"Kusura bakma Mustafa dün rahatsızdım, yine tutmuştu şu bacağımın ağrısı."

"Doktora görün abi. Hem bugün yengeyi de götürüyorsun."

"Doğrudur. Ben de bir baktırayım. Gerçi önemli bir şey yok ama bir ilaç verir ağrısı diner."

"O zaman bu akşama beklerim eve abi."

"İnşallah Mustafa inşallah."

İşlerine döndü Mustafa.

Hikmet karısı da evden çıkınca yola koyuldular. Nihayet hastaneye vardılar. Önce karısını muayene ettirdi. Tahlil sonucunu beklediler. Karısı tekrar doktorun odasına geçti, o da giriş aldığı doktoruna göründü. Tahlil istedi doktor. Kan tahlillerini verdi sonra tekrar karısının yanına gitti. Doktor migreni için tekrar ilaç yazmıştı. Kendi tahlil sonucunu bekledi. İki saat sonra sonuçlar çıktı. "Sen burda bekle beni, ben doktorun yanına gidip gelirim şimdi." dediyse de karısı dinlemedi, onunla gelmek istedi. İkisi de doktorun odasına girdi. Bembeyaz oda ve doktorun beyaz önlüğü ölümün saflığını gösteriyor gibiydi. Ne gariptir ki hastanelerde ki beyazlık sanki ölümü huzurmuş gibi andırır. Evet; bu yüzden bu beyazlık, saflıktı...

Doktor başını kaldırıp konuya girdi "Acil sizi ameliyata almamız gerekiyor Hikmet bey, femur kemiğinizde çürüme oluşmuş. Bakın hemen şurası." diyerek bilgisayar ekranını ona çevirip gösterdi. Hikmet şaşkın bir şekilde karısıyla göz göze geldi. Karısının gözleri şaşkınlık ve acı vaziyette kendisine çevrilmişti. Her ne kadar doktora köyden geldiğini, ayrıca öyle mühim bir şey olamayacağını söylese de doktor bu ameliyatın olmasında ısrar etti. Bir buçuk saat sonra ameliyata aldıklar. Hikmet'in ağabeyi ve bir kaç akrabası da hastaneye geldi. Hepsi bu ani ameliyata bir hayli şaşırmışlardı.


Tam beş uzun saat. Zaman mı durmuştu yoksa inadına mı ağır işliyordu. Her bekleyiş bir azaptı. Her dakika her saat on yılın bedeli miydi? On yıl boyunca tarlada çalışmış, bazen hafif olan ağrısına aldırış etmezdi. Elbette olurdu ağrı sızı, ağrısız sızısız olur mu ki insan? Hele ki ağır işlerde çalışıyorsa... Belki bu ameliyatla her şey daha iyi olurdu. Hayırlı olan buymuş demek ki. Karısı düşünüp duruyor, olumlu düşüncelerle içinde mırıldanıyordu. Olumlu düşünürse olumlu olur her şey neticede. O da olanca düşüncesini, kalbini olumluluğa yordu. Bekleyiş sürdü. Beş saat doldu. Bir hemşire geldi. Umut dolu gözler hemşireyi çevrelemişti. Ancak, ancak hemşirenin gözlerinde neden o umut yoktu? Neden bu kadar karamsar, karanlık bir bakışı vardı? Yoksa... 

Ölüm, ölüm neden bu kadar ani olur ki?.. 

19 Eylül 2022 Pazartesi

Sessizlik



Uzun süren soğukluk, yerini güneşli bir güne bırakmıştı. Günün sıcaklığı unutturmuştu soğuk günleri. Çocukların neşeli sesleri dolduruyor sokakları, kuşların cıvıltısı sarmıştı ağaçları. Tüm sesler pencereye çarpıp içeriye sızıyordu. Pencerenin yanında büyük bir yatak, yatağın üstünde ise; yaşlı, zayıflıktan dolayı yatakta küçük görünen, sanki her an ölecekmiş gibi rengi solgun bir kadın uzanıyor. Uzun uzun dışarıya bakıyor. Uzandığı için yalnızca gökyüzünü ve ağaçların görünebilen dallarını izlebiliyordu. Uzak çok uzaklara dalmış gibiydi yaşlı kadın. Belki de birini bekliyordu ya da bir yere gitme isteği vardı içinde... 

Biraz sonra içeriye kambur, kendinden emin, zor çıkan sesiyle kıs kıs kahkaha atan yaşlı adam girdi. Zor yürüyormuş gibi bir hali vardı. 

Yaşlı adam karısına doğru yaklaşarak:

- Bizim borç ödendi. Deyip kıs kıs gülmeyi sürdürdü. Yaşlılığından olsa gerek sesinin kısık kısık gelmesi.

- Diğer borçlar ne olacak? Diye sordu karısı. Soğuk, umursamaz ve durgun hali sesine de yansımıştı. 

- Onları da alırız ama fakir fukara olduğu için ödeyemiyor kadıncağız.

- Yalan hepsi yalan, varda vermiyorlar zaten! Diye söylenmeye başladı kadın. Bu konu ilgisini çekmiş gibiydi, oldukça ciddi ve zor da olsa gür çıkmaya başlamıştı sesi ancak kocası onu duymamazdan gelip Kur'an okumaya başladı mırıltıyla.

Uzun bir sessizlik hakim oldu evde. Yaşlı adam Kur'an okuyor, karısı ise yatakta gözleri kapalı uyuyor görünüyordu. Sessizlik sürmeye devam etti. Kim bilir kaç saat geçmişti. Her şey o kadar durgun ve sessizdi ki insanı sağır ederdi bu sessizlik. 

Nihayet okumaya ara veren adam, karısına seslendi. Ölü sessizlik bu sesle durgunlaştı ama bu ses sanki yetersiz gelmişti ağır sessizliğe. Yaşlı adam çay demleyeceğini söyledi uyumakta olan karısına. 

Çayı demleyip getiren adam karısına tekrar seslenmeye başladı. Ancak ağır sessizlik devam ediyordu... Adam çayı bardaklara doldurdu. Çay oldukça açık ve solgundu. Adam tekrar seslense de yaşlı kadın ölü toprak gibi kuru ve cansızdı. Sessizlik sürdü, sürdü... 

O andan sonra sessizlik hiç bozulmadı, hep sürdü. 

Sen Benim Gizim

 'Ruhum ruhuna kenetlendi' Yürek hasretinle kurudu Gelsen görsen içimi Sen benim gizim Sen benim gizli yaram Yalnızlığın ıssızlığı ü...