Ah, bu yürekler acısı
Yakıyor bir ateş gibi
Uzaklarda, çok uzaklarda
Bir sevdiğim vardı
Artık yok
Bir bulabilsem ah
Nerede bu yangın yeri
İyileşmek ne zor
Zaman duraksamıyor
Son bir sözüm var sana
Unutamadım seni
Unutmuş gibi yapmak
Yordu beni
Yakıyor bir ateş gibi
Uzaklarda, çok uzaklarda
Bir sevdiğim vardı
Artık yok
Bir bulabilsem ah
Nerede bu yangın yeri
İyileşmek ne zor
Zaman duraksamıyor
Son bir sözüm var sana
Unutamadım seni
Unutmuş gibi yapmak
Yordu beni
Alarmın zırlamasıyla uyandım. Gözlerimi açar açmaz soğuğun tesirini şimdiden vücudumda yayıldığını hissediyorum. Her gün sabahın köründe uyanmak zorken, kışın uyanmak daha katlanılmaz oluyor. Yataktan çıkmak cennetten kovulmakla eşdeğer. Sıcacık, rahat yatağı bırakasım yoksa da kalkmalıyım, işe geç kalırsam maaşımdan kesilir. Yavaştan doğrulunca şeytan tekrar yatmam için fısıldıyor; "Bugünde gitme işe be Ahmet!" sesleri kulağımda çınlıyor. Kendi kendime: "Kalk ulan kalk! İşe geç kalacaksın." diye söylenip fırladım yatağımdan. Hızlı kalkınca daha az üşüyor insan galiba, yok yok üşümesi geç oluyor, beyin hâlâ yatakta sanıyor kendisini. Aynadan suratıma bakınca bir hafta tıraş olmamış sakal ve uykuya aç gözler görüyorum, garibim biraz uyusa ne olacaktı sanki! Musluğu açınca soğuk su elimde kayıp geçti, avuçlarımı doldurup yüzüme yıkadım. Vücudumda ki soğukluğun iki misline çıktığına yemin edebilirim. En azından kendime geldim, gözlerim açıldı biraz.
Kahvaltıda biraz zeytin biraz da küflü lor peyniri var. Anam sağ olsun lor peyniri göndermişti, az az idare ederim derken küflenmiş o da. Kısacık hayatta o bile küfleniyorsa ben nasıl küflenmiyeyim?
Ekmek yine zamlanmış çeyrek ekmekle kahvaltı edeceğim yoksa geceye kalmaz. Cebimdeki bir kaç kuruş da ekmeğe gidiyor, idare etmezsem yine kirayı geciktiririm. Kira gecikirse evden de olurum.
Şuan evli olsaydım karımı, çocuğumu nasıl geçindirecektim? İyi ki evlenmedim. Kendini doyuramayan adam karısını, çocuğunu nasıl doyursun?
Hava henüz aydınlamamış, sis yoğun, herkes iş için sabahın köründe uyanmış; sadece işe gidenler değil, mektebe giden çocuklar da kalkmış.
Bu kış soğuğunda söylene söylene uyanıyorum da bu küçük yavrucaklar nasıl uyanıyor acep? Otuz yaşına geldin neredeyse Ahmet utanmıyor musun!
Utandım doğrusu kendimden.
Yol mu uzuyor nedir git git bitmiyor. İş yeri ne ara bu kadar uzak oldu? Her akşam dönerken bu kadar uzak gelmiyordu, her sabah uzaması ne iş? Ben abartıp duruyorum galiba...
Sabahları gördüğüm dilenci yine yerinde. Acaba evi barkı var mıdır? Kışın bu soğuğunda sabahtan akşama buralarda süründüğüne göre yok herhalde.
Yine zengin tiplerin peşinden dolanıyor, yalvarıyor. Verse verse zengin verir, fakir neyi var ki versin?
Sarışın, uzun boylu, meleği andıran bir kadın çantasına uzanıp kağıt para çıkarıp verdi. Herhalde melek olsa, yoksa kim bir yüzlük çıkarır fakire verir ki. Zengin bile kolay kolay vermez o parayı, pintiler neyine verecek o kadar parayı... Gülümsemesiyle gitti sarışın melek...
İçeriye girerken bir sıcak vurdu yüzüme ki, cehennem olsa da atlarım. Isıyı vücudumda hissediyorum, bedenimde ki buzlar çözülüyor sanki...
Karşıdan bizim Furkan koşarak geldi yanıma:
- Abi olanlardan haberin var mı?!
Yüzünde hiç görmediğim bir ifade var; korku, tedirgin, nefes nefes kalmış ve omuzumda ki eli titriyor. Her sabah sırıtan, dalgacı olan bu çocuğun hali kötü bir şeye işaret olduğu belli. Her zaman ki ses tonumla konuştum yine onunla:
- Hayırdır ulan ?
- Hayır mı kaldı abi fabrika iflas etmiş, bizim patron da dün gece kafasına kurşun sıkmış!
Bir nefeste anlatıp gözlerimin içine baktı Furkan. Şöyle bir baktım ona halinden değişim yok... Kendi kendime:
- Ulan bilseydim sabahın köründe sıcak yatağımdan çıkmazdım. Dedim.
Bir yıl oldu bu eve taşınalı. Bir yıl boyunca hiç fark etmemiş olmam beni şaşırttı. Acaba etrafımda daha neleri kaçırıyorumdur.
Düşüncelerle yüzerken kapı çaldı. Bardağı bırakıp kapıyı açtım.
Kapıyı açınca Neşe'yi gördüm. Karşımda onu görünce kalbim göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atmaya başladı. Neşe, aşık olduğum kadın. Buraya taşındığımda tanıdım onu ama henüz başbaşa konuşma fırsatım olmadı. Her seferinde heyecanıma yenik düşüyorum. Asansörde karşılaşınca dahi sessiz kalıyorum. Bazen o konuşsa da sessizce dinlemekle yetiniyorum.
Elinde tabak var, yine bir şeyler getirmiş olmalı. Zaten bir şeyler getirdiği zaman birbirimizi görebiliyoruz. Sürekli çalıştığım için insan yüzü gördüğüm bile olmuyor. Üst kat komşum oluyorlar. O ve annesi çok nazik insanlar, bana sıklıkla yemek gönderirler. Çok yoğun çalıştığımı ve yalnız yaşadığımı biliyorlar. Annesi Nergis teyzeyle birkaç kez uzun uzun konuşmuştuk. Tanrı'nın lütfu mu bilemem ancak beni evladı gibi sever ve bu da Neşe'ye daha yakın olmam için bir fırsat.
Teşekkür edip uzattığı tabağı aldım, yine dilim tutuldu konuşamadım. Ona artık açılmalıyım. Bunun için doğru zamanı mı beklemeli yoksa ilk fırsatta söylemeli mi? Bilemiyorum. Bu konularda hiç iyi değilim. Üniversitede bir kıza açılmayı denemiştim ama o kadar heyecanlanmıştım ki 'Benimle olur musunuz?' demiştim, tabi kızdan sert bir tokat yemiştim. Daha sonra iş yerinde yine bir kıza açıldım ama sevgilisi olduğunu söylemişti. Sonra başka bir kıza da açılmayı denedim ama ben daha konuşmadan ne diyeceğimi bildi, beni reddetti. Kısacası hep reddedildim. Bazı insanlar sevilmeyi hakkettiği halde sevilmiyor.
Neşe benim için başka; onu sevdim, seviyorum. Peki, reddedilirsem? Bunu düşünmek bile canımı acıtmaya yetiyor.
***
Sabah evdan çıkarken yukardan Nergis teyzenin sesini duydum, camdan başını uzatmış: "Hayırlı işler Yusuf oğlum!" dedi. Her sabah uğurlar beni. Ailem yanımda değil ama aile sevgisini iyi yürekli bir kadından almak da benim için Tanrı'nın lütfu...
Bu sefer kararlıyım, Neşe'ye onu sevdiğimi söyleyeceğim. Reddedilsem umurumda değil, bunu yapacağım. İşten bugün erken çıkacağım için buluşurum onunla ve söylerim. Çıkış saatini iple çektim. Zaman ya beni sınamak için yavaşladı ya da ben zamanın hızlanmasını bekliyorum. Öyle ya da böyle nihayet vakit geldi. Önce beyaz gül aldım sonra Neşe'yi aradım. İlk aramamda cevap vermedi ikinci kez aradığımda cevap geldi.
- Kusura bakma, telefonun sesini duyamadım da. Sesi çok nahif ve biraz da mahçup geliyordu.
- Hiç sorun değil. Müsaitsen buluşabilir miyiz diyecektim.
- Özür dilerim ama ben bugün gidiyorum...
Gitmek mi? Nereye? Boğazım kurudu, tek kelime konuşamaz oldum. Hiç beklemediğim bir şeydi bu. Planladığım gibi olmadı, nerden çıktı şimdi bu gitme işi. Bir dakika ikimizde sessiz kaldık. Sonra kendimi toparlayıp konuştum:
- Nereye gidiyorsun?
- Tekirdağ'a gideceğim. Sana bir ara söylemiştim ya...
- Anlıyorum... Ağzımdan başka bir söz çıkmadı. Daha önce söylemiş miydi? Ama ne zaman? Hiç hatırlamıyorum. Ah, Neşe seni görünce heyecanımdan ve kalbimin sağır edici sesinden nasıl duyabilirim ki... Cesaretimi bu kadar kazanmışken vazgeçemem. Henüz yola çıkmamıştı, bu benim için tek şans. Havaalanına doğru yola çıktım. Neşe bu halime şaşırmıştı. Tam bir deli gibi görünmüş olmalıyım, aşk zaten delilik değil mi?
- Bu kadar zahmet edip gelmene gerek yoktu. Konuşurken gözleri elimdeki beyaz güllere takıldı.
Gülleri elim titreye titreye ama bunu belli etmemeye çalışarak ona uzattım: "N-Neşe, ben şey... Seni seviyorum." başardım. Sonunda bunu söyleyebilmiştim. Başını önüne eğip: "Özür dilerim Yusuf ama hayatımda biri var zaten." dedi. O an yer sarsıldı, kulağımda uğultular başladı. Bir kez daha reddedilmiştim. Bu sefer umutluydum, olur diye düşündüm. Olacağı kessindi. Neden, niçin böyle oldu?..
***
Devamı gelsin istiyorsanız lütfen yoruma yazın ;)
Sabahları güneş doğmaz, gecenin üşümesinden
Kalk sabah oldu derler güneşi görmeden
Karanlık sarmıştı bizi, kör sandık bizleri
Sesleniyor koyunlarına çoban Ali
Sabahı bizden en iyi o mu bilir
Kim bilir
Bir ışık var ufuklardan
Güneş mi açtı gözlerini
Yoksa biz mi körlükten çıktık
Kim bilir
Söyle ey sabahın güneşi
Aydınlanacak mı karanlığın karanlığı
Görünür mü görünmeyen
Söyle bize ey sabahın görünmeyen güneşi
Biz mi duygularımızı kontrol ediyoruz yoksa duygularımız mı bizi?
Sürekli erteledim. Güzel bir animasyon olduğunu bildiğim halde ertelediğim bir filmi nihayet izleyebildim. Duygularımın karmaşık olduğu evreye denk getirmem ise harika oldu.
Film duygular üzerinden gidiyor. Küçük bir kızın doğduğundan bu yana duygularını ele alıyor. Film üzerinden çok fazla yorum yapmak mümkün çünkü Disney yine öyle bir animasyon yapmış ki mesaj vermemesi imkansız.
Filmi izlerken aklıma şu soru takıldı:
Biz mi duygularımızı kontrol ediyoruz yoksa duygularımız mı bizi?
Filme bakınca duygularımız bizi yönetiyor görünüyor. Peki, gerçekten duygularımız mı bizi yönetiyor?
Neşe (Mutluluk)
Sinir
Hüzün
Korku
Tiksinti
Filmde ele alınan bu duygular üzerinden gideceğiz.
Bazı şeylere çok mutlu oluyoruz ve mutlu olurken içimizde bir heyecan oluşuyor, kalbimiz yerinden çıkıp gidecekmiş gibi çarpar. Şöyle bir düşününce; ben neden mutlu oldum? İçimde neden böyle bir his oluştu? Gerçekten mutlu oldum mu? Gibi sorular sorduğumda şu yanıtı alıyorum: sevdiğim bir şey oldu mutlu oldum. İçimdeki his beynimin hormonlarımı kontrol etmesiyle oldu. Sanırım gerçekten mutlu oldum.
Sinirlenince; neden sinirlendim ki? Neden kontrol altına alamadım sinirlerimi? Sinirliyken neden hiç düşünemez ve hissedemez oluyorum?
Cevap olarak yeterli olmasada şu yanıt oluşuyor: çok saçma bir nedenden dolayı sinirlendim. O an sadece kızmak istedim. Ne yaptığımın farkında değildim.
Gibi gibi uzayıp gider.
Bütün olarak şöyle ele alalım.
Bu duygularımız da eğer hüzünlüysek neden o an mutluluğa geçiş yapamıyoruz? Mutluysam neden üzgün olamıyorum?
Ben şahsen duygularım konusunda şöyle diyebilirim; üzgünken mutlu olamıyorum çünkü benim için kolay olmuyor ama mutluyken üzgün olabiliyorum, bunun için en üzgün halimi hatırlamak yeterli oluyor.
O zaman şöyle diyebilirim: hüzün, mutluluğa baskındır.
Lütfen filmi izlediğinizde hüznün ve mutluluğun rolüne çok dikkatli bakın çünkü hüznün baskın olduğunu göreceksiniz.
O zaman şöyle diyebilir miyiz? Duygularımız çoğunlukla bizi kontrol ediyor. Özellikle baskın olan duygularımız. Bu siyahın sarıya baskın olması gibi acı da mutluluğa baskın geliyor.
Her ne olursa olsun bütün duygular bize ait ve o an yaşamak iyi olur. Hiçbir duygu sürekli değildir ve uzatılmaması en iyisi. Her bir duygumuzu yaşayalım. Yeri geldiğinde üzgün yeri geldiğinde mutlu, sinirli, heyecanlı olmalıyız. Hayat 'An'dan ibarettir.
Film üzerinden konuşacak cidden çok güzel konular var. Ben sadece küçük bir bölüme değinmek istedim.
İzlemeyenler eminim hâlâ var. Çok rica ediyorum mutlaka izleyin ve duygularınızı kontrolden geçirin.
Keyifli izlemeler. 🎭
'Ruhum ruhuna kenetlendi' Yürek hasretinle kurudu Gelsen görsen içimi Sen benim gizim Sen benim gizli yaram Yalnızlığın ıssızlığı ü...